Tanımadığım Ten : diğer yarım..
Eşik bir başlangıcı ifade eder. Eşiği geçtiğin an yeniye doğru yol aldığın andır. Empati de anlamak için bir eşiktir. Bir anlama yöntemidir. Bütün kaygılardan, korkulardan azade olmayı gerektirir. Bir başkasının yüreği ile köprü kurmaktır nihayetinde… O yüreğe uzanmak, o yüreğin beyni ile iletişim kurmasını sağlamak ve ulaştığın anlamı söz ile anlaşılır kılmaktır. An’da gerçekleşen bu anlamı anlamak bir arayış işidir. Empati anlamak, anladığını anlatabilmektir. Empati kurduğun kişi de dahil olmak üzere herkese… Bir Kızılderili söylemi olan “Beni yargılamadan önce, benim mokasenlerimle dolaşmalısın!” özdeyişi de empati ile ilgili dile gelen bilgece bir söylemdir esasında.

Duygusal ve sosyal zekanın en önemli bileşenlerinden biri olan empatinin sözlük anlamına baktığımızda; kendimizi bir diğer kişinin yerine koyup, onun gibi hissedebilmek ve düşünebilmek olduğunu görürüz. Latincedeki “iç, içine, içinde” anlamına gelen “em” ön eki ile Grekçedeki “duygu, acı, ıstırap, algılama” anlamına gelen “patheia” sözcüğünden türetilmiştir. Kendini ‘o’nun yerine koymak, ‘o’nun gibi bakabilmek, ‘o’nun gibi hissetmek ve düşünebilmek ve son olarak da ‘o’na bunu ifade edebilmek olarak da formüle edebiliriz.
“Varlık ikilemlidir. Bir yanı kadın bir yanı erkektir” ise bizler diğer yarımızı anlamak için ne yapıyorduk? Varlığımızın diğer yarısı ile iletişimimiz neydi? Ya da gerçekten biz erkeği ya da erkek kadını varlığının diğer yarısı olarak görüyor muydu? Kadın ve erkeğin yaralı ve yarım kimliklerinin ardında varlığımızı doğru anlamlandıramamanın etkisi olabilir miydi? Her iki varlığın kendi doğalarından uzaklaşmaları birbirlerinden de uzaklaşmalarının nedeni olabilir miydi? Kadının da erkeğin de kendi doğasını tanımlaması her iki cinsin birbirinin tamamlaması için bir adım olabilir miydi? Varlığımızın bir parçası değil diğer yarısı olarak erkek ya da kadının birbiriyle empati arayışı var mıydı? Kadın için acı, erkek için güç ile ifade edilen kombinasyonu bozmamız gerektiğinin farkında mıydık? Cinsler arasında neredeyse sona eren bağı bilgece yeniden kurmaya ve kadın ile erkek doğasını sahici bir şekilde tanımlamaya hazır mıydık? Bu bağı oluşturdukça özgürlüğe ve hakiki aşklara ulaşabileceğimizi biliyor muyduk? Jineolojînin böylesi bir misyonunun olduğunun bilincinde miydik? Yani erkekleri yargılamadan önce Kızılderili söyleminde dediği gibi onların ayakkabıları ile dolaşmayı deneyeceğiz. Keza yaşamının büyük kısmını erkeği anlamak ve değiştirmek dönüştürmek üzerine değil inşa edilen erkek kimliğine kendini kabul ettirmek ya da o kimliğe tepki duymak ile geçiren kadın kimliğini çözümlemek açısından da bu gerekli.

Zira doğru sosyalleşmenin anahtarı olan empati ile anlamak ve algılamak pozitif bir enerji oluşturur. Bu enerji ile ilişkileri dengelemek ve yaratıcı kılmak mümkündür. Bu denge kadın ile erkek doğasının birbirini tamamlayan enerjilerini de tarif eder. Erkek egemen sistem tarafından kutuplaştırılan kadın ve erkek kimliklerinin birbirini tamamlaması mümkün müdür peki? Nitekim cinsel kimliklere çizdiğimiz sınırlar doğamızda var olan enerjinin karakterini belirlemede de engel oluşturmaktadır. Bir erkeğe ‘senin içinde feminen enerji var’ dediğimizde bunu büyük bir hakaret olarak sayması içten bile değildir. Yine kadına ‘içindeki maskülen enerjiyi tanıyor musun’ diye sormaya kolay kolay cesaret etmeyiz. Çünkü verili tanımlara göre her birisi birbirinden çok farklı… Biri duygusallığı ve yumuşaklığı diğeri aklı ve kabalığı tarif eden enerjilerdir. Enerjinin cinsel kimliğe dönüştüğü form katıdır. Kimliği güç, iktidar yine en amiyane deyimle kabalık üzerine şekillenmiş olan erkeğin duygusal olduğunu kabul etmesi ya da duygularını belli etmesi çok zor gerçekleşmektedir. Aslında insanın içinde her iki cinse ait enerjileri taşıdığı bilgisini en iyi yin (dişil) ve yang (eril) bize anlatır. Yin ve yang özelliklerinin insanda ve evrende olduğu yüzyıllardır söylenmesine ve doğu felsefesi başta olmak üzere bir çok felsefede bu esas alınmasına rağmen mekanik paradigmanın babalığını yapan Batı felsefesinde bunun kabul edilmesi 20. yüzyılda gerçekleşmiştir. Toplumsal rolleri ile bağlantılı cinslerin bu yönlerini baskılaması da birçok sorunun kaynağı durumundadır.
Kişinin sezgisel, öngörülü yönünü ifade eden duygusal zekanın gelişkinliği ile de bağlantılı olan feminen enerji insanın doğayla, evrenle, yaşamla bağının kaynağını teşkil eder. Hareket ve eylemi ifade eden ve analitik zekanın gelişkin olmasıyla bağlantılı olan maskülen enerji ya da yang ise bu bağın yaşam bulmasını ifade eder. Bu kadar parçalanmış, yabancılaşmış ve acımasızlaşmış insan gerçeğinde empati kurmak haliyle zordur. Nihayetinde fikir-zikir-eylem bütünlüğünden neden uzak olduğumuzun bir cevabını da böyle vermek mümkündür. Yada düşündüğünü hissetmeyen, hissettiğini anlamlandıramayan ve eyleme dönüştüremeyen parçalı insan gerçeğimizde buna örnek verilebilir.

Empati ediminden uzak olan kişilerin genelde farklı fikirlere kapalı olduğunu, kendi doğrularını esas aldıklarını belirtebiliriz. Böylesi kişiler kendi doğrularını kabul ettirmek için farklı güç yöntemleri ya da ilişkiyi tamamen koparma gibi yöntemler kullanırlar. Özellikle erkek egemen kültürde ya da erkeklik kültüründe bu sıkça karşımıza çıkmaktadır. Empati edimini çok kullanan bireyler ise karşıdaki bireyin bütün duygularından etkilendiği için kendisini savunmasız bırakır. Sürekli karşısında olan bireyi hissetme çabası zorlanmasına, zamanla kırgın bireyler haline gelmesine neden olur. Buna en çok kadınları örnek verebiliriz. Kadının ezilmesinin bir nedeni de kendisini savunmasız bırakan bu yönüyle bağlantılıdır. Bunu kadın doğası diye meşrulaştırmaya çalışan yaklaşımlar ise tamamen egemenliği meşrulaştırma çabalarıdır.

Empatiyi kullanamayan ya da az kullanan insanlarda egoizm, iletişim sorunları, duyumsamazlık gibi özellikler baş gösterirken çok fazla kullanan insanlarda ise beklentilerinin karşılığını alamadığı için yalnızlık, mutsuzluk gibi duygular yaşanır. Empatiyi doğru kullanamamak insanların birbirine yüreğini kapatması başta olmak üzere bencil veya sürü psikolojisinin tekdüze boyun eğmişliğinde kaybolma gibi özelliklere neden olabilmektedir. Ne tahakküm yaratan ne de kırılgan bireyler oluşturan bir ilişkilenme tarzından ziyade dengeli bir ilişkinin sağlanması empatinin doğru işletilmesiyle orantılıdır. Empatinin dengeli işletilmesi ise bireyin güçlü bir karakterinin ve öz savunma mekanizmasının olması ile bağlantılıdır. ..